top of page

Sadakat mi, Yenilik mi? Dopaminin Oyunu

Updated: Aug 28

🎵  Call it magic

Call it true

I call it magic

When I'm with you...Coldplay, Magic.

Coldplay “Magic” adlı şarkısının giriş bölümünü bir aşkın dopamin banyosu sürecine yazmış belli ki. 

Ama gelin itiraf edelim, hepimiz farkındayız: bu “magic” hissi sonsuza kadar sürmüyor.

Peki, Coldplay’in “sihir” olarak adlandırdığı bu ruh hali aslında beyinde ne kadar devam ediyor?

Sihirli anlar yavaş yavaş sahneden inerken, beynimiz hangi oyunları oynamaya başlıyor?


Dopaminin Oyunları

Yeni bir mesaj bildirimi… yeni bir gülüş… yeni bir ilgi odağı. İşte tam o anlarda beynimizdeki dopamin devreleri ışıl ışıl yanıyor. Ödül sistemimizin temel nörotransmitteri olan dopamin, beklenti ile tatmin arasında kurduğu köprüyle bizi sürekli “bir adım daha ileri”ye çekebiliyor. Hadi biraz detaya inelim:


Nörobilimci Helen Fisher, aşkı “romantik sarhoşluk” olarak tanımlıyor. Aşık olduğumuzda beynin ödül merkezlerinden Ventral Tegmental Alan (VTA) ve nucleus accumbens resmen ışıldamaya başlıyor. Bu ikili, nörobilim literatüründe mesolimbik dopamin yolunun kalbi. VTA’dan çıkan sinyaller aynı zamanda prefrontal kortekse de mesokortikal yol üzerinden ulaşarak motivasyonumuzu, arzularımızı ve verdiğimiz kararları şekillendiriyor.


Şimdi sıkı durun: Aşk, biyolojik bir bağımlılık hali aslında. Çünkü bu mesolimbik dopamin yolu,, aynı zamanda bağımlılık yaratan pek çok davranışı da işler hale getiriyor: kumar, sosyal medya, oyun… liste uzun. Yani beynimiz için yeni bir aşk ile slot makinesinde dönen o renkli çarklar arasında düşündüğünüzden daha fazla ortak nokta var!


Hadi bir örnek verelim: Yeni bir ilişkiye başladığınız o ilk günleri düşünün. İçiniz kıpır kıpır, sürekli onu görmek istersiniz, attığı mesajları defalarca okur, bir mesajlaşma biter, hemen yenisini beklersiniz. Görüşmelerin bile yetmediği o dönem…

“Onu düşünme, düşünme, düşünme!” diye fısıldayan prefrontal korteksinizin sesi artık duyulmaz. Çünkü koltuğu çoktan limbik sistem kapmıştır: “I feel, therefore I am.” (Hissediyorum, öyleyse varım!).

O ilk dönemlerdeki taşkın mutluluk, enerjinin hiç bitmemesi ve “dünyanın en güzel duygusu bu” hissi, nörobilimde öfori hali (euphoria) olarak tanımlanıyor. Dopamin ve feniletilamin bu evrede zirve yapıyor. Ama beynin dengesi için bu yoğun ve taşkın mutluluk hali sürdürülebilir bir olay değil. Genellikle 6 ay–2 yıl içinde bu kimyasal fırtına doğal bir şekilde sönümlenmeye başlıyor. Aslında bu durum, vücudun bilgece geliştirdiği bir korunma mekanizması: düşünsenize, o ilk dönemlerdeki dopamin fırtınası hiç dinmese insanlar sürekli aşırı heyecandan uykusuz, kaygılı (beni arayacak mı?) ve takıntılı bir şekilde yaşardı. Hayat sadece haz halinden ibaret değil; “Denge” kelimesi de boşuna hayatın anahtarı değil bence.


Uzun süreli bir ilişkide dopamin havai fişekleri sönüyor, yerini daha tanıdık ama huzur veren bir güven duygusu alıyor. Bu beynin doğal adaptasyon süreci. Ama mesele burada bitmiyor: Beyin aynı zamanda yeniliğe programlı. Aynı uyaran tekrarlandığında (burada uyaran: uzun süreli ilişki), ödül sistemi giderek daha az tepki veriyor. Dopamin reseptörleri bir noktada “Alıştık buna, etkisi azaldı. Sırada ne var?” diye fısıldamaya başlıyor.

Sistem işin kolayına kaçıyor: “İlişkini canlandırmaya uğraşacağına, bak orada yepyeni bir ihtimal var!” Sonuç? Beyin dopamin banyosunu başka bir yerde aramaya başlayabiliyor.

Veee karşımıza yeni bir yüz çıktığında: Yepyeni bir ilgi şekli, ilgi odağı… İşte tam o anda yenilik arayışı devreleri (novelty-related circuits) aktive oluyor. Dopamin bu yeniliği daha da cazip hale getiriyor; tıpkı hiç tatmadığımız bir ödül kazanmışız gibi. Eğer insan bu noktada kendini durduramaz, dürtülerini kontrol edemezse: "Merhaba aldatma süreci!"


Sadakat mi, yoksa yenilik mi? Kısaca aşk beynimiz için bitmeyen bir kimyasal pazarlık masası.


Peki, bu dürtüleri dizginlemek mümkün mü?

-Ona yazının sonunda geleceğiz.


Aldatmaya Evrimsel Bir Bakış

Dopaminin oyunlarını konuştuk, şimdi biraz da evrime kulak verelim. Aldatma davranışı evrimsel açıdan sadece bir “ihanet” değil, aynı zamanda bir hayatta kalma stratejisi olarak da görülebilir.

Çok eski dönemlerde, genetik çeşitliliği artırmak türün devamı için kritik bir avantajdı. Yani beynimizin en ilkel kodları hala şu mesajı fısıldıyor olabilir: “Farklı eşleşmeler, daha fazla genetik varyasyon, daha yüksek hayatta kalma şansı.”

Bu açıdan bakıldığında limbik sistem, modern toplumun “tek eşlilik” beklentilerini pek umursamıyor. Onun derdi milyonlarca yıldır aynı: çeşitliliği ve hayatta kalmayı garanti altına almak.

Tabii günümüzde işler bu kadar basit değil. Sadakat artık kültürel, etik ve psikolojik bir mesele. Burada sahneye prefrontal korteks çıkıyor, çıkması bekleniyor diyelim. Onun görevi, “tamam beynim çeşitlilik istiyor olabilir ama benim değerlerim, sözlerim ve seçimlerim var” diyebilmek.

Özetle işin ironik yanı: Çoğu zaman bu iki katman arasında sıkışıp kalıyoruz. Limbik sistemimiz hala Taş Devri modunda, çeşitliliği kovalıyor; prefrontal korteksimiz ise modern dünyamızın değerleriyle “tek eşlilik”, “sadakat” ve “etik” diyor. Bu çatışma çoğu zaman gelip ilişkilerimizde patlıyor.


Modern Dünya

Ve geldik günümüze… Sosyal medya, flört uygulamaları, “like” kültürü. Beynimiz her gün yepyeni uyarıcılarla bombardıman altında. Bu da dopamin devrelerini sürekli tetikte tutuyor.

Eskiden bir bakış, bir mektup ya da nadir bir karşılaşma günlerce zihnimizde yer ederdi. Şimdi ise saniyeler içinde onlarca mesaj, yüzlerce fotoğraf, binlerce olasılık avucumuzun içinde. Beynin ödül sistemi bu kadar çok “mini sürpriz”le dolup taşınca, sadakat oyununun zorluk seviyesi de ister istemez artıyor.

Üstelik algoritmalar işin içine girince tablo daha da çarpıcı. Flört uygulamaları ve sosyal medya, beynin “ödül–beklenti” döngüsünü sürekli canlı tutacak şekilde tasarlanıyor. Bir sonraki kaydırmada daha yakışıklı, daha güzel, daha heyecan verici biri çıkar mı? İşte dopamin tam da bu belirsizlikten besleniyor.

Nörobilimciler buna slot machine effect (kumar makinesi etkisi) diyor. Tıpkı kumar makinelerinde kolu çektiğinizde “belki bu sefer jackpot” beklentisi gibi, beynimiz de her kaydırmada ya da bildirimde “belki daha iyisi” ihtimaliyle dopamin pompalıyor.


Duruma Göre Değişir!

İlişkilerde “aldatma” tanımı da maalesef net değil, olamıyor. Kime göre, neye göre?

Cevap; kültüre, kişisel değerlere, ilişkinin dinamiğine ve o anki ruh hâline göre değişiyor.

Tolstoy’un Anna Karenina’sı boşuna demiyor:

“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz ailenin mutsuzluğu ise kendine özgüdür.”

Örneğin, aşağıdakiler aldatmaya girer mi sizce?

  • Flört uygulamasında birine “kalp” göndermek,

  • İş yerinde fazla samimi sohbetler, mesai sonrası kahveleri iple çekmek,

  • Eski sevgiliyle buluşmak,

  • Instagram’da “like” yağdırmak ya da DM kutusunu zorlamak..

Kimine göre evet, kimine göre hayır. İşte bu yüzden en sık verilen cevap: “Duruma göre değişir.” oluyor.

Popüler kültür de zamanında yakaladı bunu zaten: Friends adlı dizide, Rachel için ortada bariz bir aldatma vardı; Ross içinse sadece bir “mola.”

“We were on a break!” tartışması hala dönüyor bence. :)


Nörobilim açısından bakınca tablo şöyle: limbik sistem ışık hızıyla “ihanet!” diye sirenleri çalmaya başlıyor. Ama işin mantık tarafı olan prefrontal korteks, gri alanı tartmaya çalışıyor: “Niyet var mıydı? Gizli mi yapıldı? Tekrar eder mi? Duygusal yatırım var mı?”.


Aldatmayı Görmezden Gelmek

Aslında beynimiz çoğu ipucunu yakalar: ses tonundaki çatallaşma, telefona bakıştaki huzursuzluk, yüz ifadesindeki minicik kıpırtılar… Yani içimizdeki Sherlock Holmes genelde iş başında. Ama sonra sahneye başka bir devre çıkıyor: “koruma timi.”

  • Amigdala vs. Prefrontal Korteks: Amigdala bağırır: “Tehlike var!” Prefrontal korteks ise sakinleşmeye çalışır: “Dur bakalım, drama çıkmasın şimdi…”

  • Savunma mekanizmaları: İnkâr (“O yapmaz yaaa”), rasyonalizasyon (“Arkadaşlarımlayım dedi, sohbet koyudur, yoksa haber verirdi”), küçümseme (“Aman zaten çok da umurumda değil”). Beyin gerçeği eğip bükerek kalbi biraz daha oyalamaya çalışır.

  • Acıdan korunma devresi: Bazen “görmezden gelmek”, gerçeği kabullenmekten çok daha az enerji harcatır. Beyin “acı faturası şimdilik ertelensin” der ve üç ay ötelemeli kredi çekmiş gibi davranır. (Kaç 3 ay ötelenebilir acaba? )


Bir de işin bilişsel önyargılar tarafı var: Batık Maliyet Yanılgısı (Sunk Cost Fallacy).

Bir ilişkiye çok emek, çok zaman, çok duygu yatırımı yaptıysanız, ilişkiyi bırakmak çok daha zor geliyor. İçten içe yanlış gittiğini bilseniz bile, “Bunca yıl emek verdim, ben o kadar kolay vazgeçmem!” denilebiliyor bu durumda.

PFC'den bir not: -Geçmişin maliyeti geri gelmeyecek, asıl önemli olan geleceğin getirisi.


Sadakatin Nörobilimi: Bir Marshmallow Sabrı Kadar

E peki tüm bu tablo aldatmayı masumlaştırır mı, etik hale getirir mi? Hayır. Çünkü beynimizde bunun için bir “hakem” var: prefrontal korteks.

Evet, kabul edelim… Mikro mimiklere söz geçiremiyor. (Bknz: Bir önceki yazım — Mikro Mimikler: Amigdalanın Bir İmzası). Saniyenin onda birinde yüzümüze yansıyan ifadeleri engelleyemiyor. Ama mesele aldatma gibi milisaniyelik olmayan davranışlar olduğunda, işte orada devreye girebilir.


Araştırmalar günde yaklaşık 35.000 karar verdiğimizi söylüyor. Çoğu otomatik, bir kısmı ise “mantıklı beynimizin” yani PFC’nin onayından geçiyor. Şaşırtıcı olan: sandığımızdan çok daha az kararımız bilinçli kontrol altında.

Ama iyi haber şu: PFC eğitilebilir. Dikkat çalışmaları, öz-düzenleme stratejileri, mindfulness pratikleri… Hepsi beynin “dur, düşün, tart” devrelerini güçlendiriyor.


Hadi tatlı mı tatlı bir örneğe bakalım, hem de bilimsel bir deney:

 Marshmallow Testi. Çocuklara bir marshmallow veriliyor: “Şimdi yemezsen, biraz sonra iki tane alacaksın.” Yani saf bir dürtü kontrolü sınavı. Sonuçlar çok şey anlatıyor: Dürtüsünü erteleyebilen yani ikinci marshmallow için bekleyebilen çocuklar, ilerleyen yıllarda akademik başarıdan sosyal ilişkilere kadar pek çok alanda daha güçlü çıkıyor. Yani dürtü kontrolü, hayatın gidişatını değiştiren gizli bir süper güç aslında.


Belki de aldatanla aldatmayan arasındaki fark, sadece bir marshmallow sabrı kadar!


İşte tam da burada devreye Odysseus Anlaşması (Ulysses Contract) giriyor. Homeros’un Odysseia’sında Odysseus, sirenlerin büyüleyici sesine kapılmamak için mürettebatının kulaklarını balmumuyla kapatır ve kendisini gemi direğine sıkıca bağlatır. Büyüleyici şarkıları duyar ama harekete geçemez. Dopaminin fısıldadığı “yenilik” cazibesine karşı da bazen aynı strateji gerekir: dürtü anında değil önceden plan yaparak “gemiyi rotada tutmak.”


Gemiyi rotada tutmak için neler mi yapabiliriz?

Dopamin kaynaklarını çeşitlendirmek: 

Yeni hobiler, ortak deneyimler, küçük sürprizler…

Dopamin sadece “yeni bir partner”den değil, birlikte keşfettiğiniz bir filmden ya da yeni bir tatilden de gelebilir.

Sadece ilişkisel bağlamda değil, kendi hayatınız için de size keyif veren hobileriniz olsun, yani kendi kaynaklarınızı çeşitlendirin.

Kırmızı çizgileri önceden belirlemek: “Bunu yapmam” dediğiniz sınırları dürtü anında değil, sakin kafayla yazın.

Yazın ve üzerine çalışın ki, Coldplay konserinde “kiss-cam” ekranına yansıyan çift gibi zor durumda kalmayın. Hatırlayalım: Andy Byron (Astronomer CEO’su) ve Kristin Cabot (HR şefi), her ikisinin de evli olduğu ortaya çıkınca skandal olmuştu.


Peki ya siz aldatıldığınızı böyle bir kiss cam anından, telefondaki gizli mesajlaşmalardan, DM kutularından veya oldukça sürpriz karşılaşmalardan öğrenmek ister miydiniz?


Hadi kapanışı bir şarkıya bırakalım o zaman:

🎵 I don't wanna know

If you're playin' me, keep it on the low

Cause my heart can't take it anymore

And if you're creepin', please don't let it show

Oh, baby, I don't wanna know... -Mario Winans



Hande Gül Çelik

NÖROKAD YÖNETİM KURULU

KURUCU ÜYESİ

Comments


NÖROKAD

NÖROKAD, nörobilim alanında kadınların bilgisini, gücünü ve kolektif üretimini görünür kılmak için kuruldu. Bilimle dönüşen, birlikte büyüyen bir topluluğa hoş geldiniz.

Email: info@norokad.org

  • Instagram
  • LinkedIn

Bültenlerden Haberdar Olun!

bottom of page